Yıllardır edebiyat odaklı intihal vakalarının, zaman zaman yüksek sesle zaman zaman bir şehir dedikodusu misali fısıltılarla yayıldığı; akademilerdeki intihal vakalarının ise ceza kapsamından yavaş yavaş çıkarıldığı Türkiye’de sanat odakları, Nilgün Bodur olayının arkasını kovalamaktan uzak görünüyor.
Genel yayın yönetmeni Ertürk Akşun’un, kendi romanları hakkında açılmış intihal davaları süren bir yayınevi olan Destek’ten çıkan “Sen Gittin Ya Ben Çok Güzelleştim” kitabındaki alıntılar için Nilgün Bodur, altlarında adının yazmasının o sözleri kendisinin sarf ettiği anlamına gelmediğini söyleyerek kendisini savunmuş ve Demet Akalın gibi isimlerin ona sunduğu destekler sayesinde bu zor dönemi kolayca atlatmıştı.
Türkiye’de edebiyat ve sinema alanında son dönemlerde gördüğümüz tek vaka ise maalesef Nilgün Bodur olmadı. AKP’ye sunduğu destekle okur kitlesinden tepki çekmiş olan, 17-25 Aralık sonrasında ise “Cemaat konulu ilk polisiye!” sloganıyla o dönem çıkarttığı kitabının PR’ını gerçekleştiren yazar Sadık Yemni’nin uzun bir aradan sonra çıkarttığı ilk roman olan “Hayalet Kapısı”, kapağını 2016 basımlı “Um ‘Fast-Food’ Envenado Para A Alma” isimli bir romandan biraz değiştirerek aldı.

Geçtiğimiz günlerde vizyona giren “El Ummar” isimli korku filminde ise Türkiye’de şimdiye dek emsali pek görülmemiş bir şey oldu. Filmin afişi, 2014 yapımı “The Woman in Black 2” filminin afişiyle birebir aynıydı! “Türkiye’de sanat nereye koşuyor?” sorusunun cevabını verebilmek için yakın bir gelecekte, o sanatın nereden yola çıktığını bulmamız gerekeceğe benziyor.

Evrensel Gazetesi | 23 Ekim 2018