“Polisiye Edebiyat, İçinde Yaşanılan Çağ ile Şekillenmesi Gereken Bir Türdür”

  1. 50 Maddede Polisiye Edebiyat kitabı nasıl ortaya çıktı?

Yayınevinin “50 Maddede” konseptli serisi dikkatimi çekmişti. 50 Maddede Polisiye Edebiyat kitabına dek bu minvalde 13 eser yayımlanmıştı. Ben de çok uzun zamandır polisiye edebiyat üzerine üretimlerde bulunan bir yazar olarak böyle bir çalışmanın, bu seriye çok yakışacağına inandım. Yayınevi de buna inandı ve yollarımız kesişti.

  1. Kitabı hazırlarken hangi kaynaklardan yararlandınız?

Polisiye üzerine yayımlanmış bütün kitapları halihazırda takip ediyordum. Yaklaşık bir buçuk yıldır ülkemizde yüksek lisans ve doktora alanında polisiyeyi tema olarak seçmiş tezleri de inceliyordum. Üstelik polisiye üzerine düzenlenen söyleşi, konferans ve oturumları da elimden geldiğince takip ediyordum.

50 Maddede Polisiye Edebiyat için sanıyorum ülkemizde bu alanda ortaya konulmuş hemen hemen bütün üretimleri belirli bir süzgeçten geçirmeyi başardım. Yerli ve yabancı, toplamda yüzü aşkın kaynaktan yer alarak hazırlanmış bir kitaptan söz ediyoruz.

Bu sayede sadece “yeni başlayanlar için” değil; polisiye üzerine nitelikli kaynakları takip etmek ve keşfetmek isteyen araştırmacılar, polisiye türünde eser üretenler için de doyurucu bir yapıt oldu.

  1. Geçmişten günümüze polisiye edebiyata dair neler söylemek istersiniz?

İşin doğrusu, bu konuda söyleyebilecek bütün sözlerimi kitapta söyleyip tükettim sanırım.

Temel noktaları baz alarak bir çıkarım yapabilirim. Polisiye edebiyat, belirli dönemlerde yükselişe geçen; türün altyapısı ve gereksinimi doğrultusunda sahip olduğu ideolojik gidişattan korkan ülkelerin (İtalya ve Almanya gibi) zaman zaman bu türe dair üretimleri yasakladıkları ama asla sonlandıramadıkları, belli bir aşamadan sonra ise kapitalist sistemin çarkları arasında belirli bir “oyun sahası” üretilerek konforlu toplum projeksiyonunun yegane dayanağı hâlini almıştır.

En basitinden, daha Almanya ve İtalya’daki sansürlere kadar uzanmadan literatüre “polisiyenin altın çağı” olarak geçen döneme baktığınızda dönemin kudretli yazarlarının eserlerinde dikta yönetimleri, yüksek işsizlik oranları, ekonomik kriz, 1926 yılındaki büyük grev ve işçi sendikalarına rastlayamazsınız. Bununla birlikte, kendisine miras kalan meblağlarla gününü ucu ucuna geçirmeye çalışan ‘yoksul’ prototipine çok sık rastlarsınız.

Bu tarz prototip üretimleri polisiye edebiyatın pek çok döneminde görebiliyoruz. Politik herhangi bir altyapı içermeyen, sosyolojik bir tespit sunmaktan uzak; belirli matematiksel gidişata dayanan ve her şeyin sadece bir yapbozmuş gibi parçaların yerli yerine oturmasıyla ilerlediği kurgular polisiye edebiyatta geçmişten günümüze hep hâkim anlayış oldu.

  1. Polisiye edebiyatı diğer türlerden ayıran şeyler neler?

Polisiye edebiyat, yapısı itibarıyla toplumsal misyonu da olan / olması gereken bir tür. Diğer türlerin bir bölümünde bu misyona rastlamak güç. Ancak ideolojik bağlamda işin içine yasal / gayriyasal kolluk kuvvetleri girince yaşanılan çağın amirlerini ve daha üst mertebedeki rütbeleri gözetmeden bir eser ortaya koymak güç.

Benzer sorunu bir aşk romanında göremezsiniz veya macera romanlarında, gerilimlerde buna rastlamak çok mümkün değildir. Fakat polisiye edebiyat, “50 Maddede Polisiye Edebiyat” kitabımda detaylı biçimde de işlediğim gibi, cinsiyetçi bir tür olmanın yanında ideolojik bir altyapı da güder. En nihayetinde polisiyenin temelinde yer alan iki unsurdan birisi olan “suç” kavramı, yaşanılan çağ ile şekillenen, değişen ve tabiri caizse güncellenen bir kavramdır. Haliyle polisiye edebiyat da içinde yaşanılan çağ ile şekillenmesi gereken bir türdür.

  1. Polisiye edebiyat son yıllarda iyice yükselişe geçti. Sizce bunun toplumsal adalette yaşanan haksızlıklar ve hukuksuzluklarla bir ilişkisi var mı?

Kısmen var. Kısmen yok. Toplumsal adaletten ziyade, moda olarak görülen bazı kavramların işlenmesi; bunlar işlenirken de temanın sadece polisiye edebiyata uygun olması nedeniyle biraz yükseliş oldu.

Konuyu biraz daha açayım.

Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nin kuruluşundan itibaren içinde olan üyelerden birisiyim. Son üç yıldır da birliğin takdim ettiği Kristal Kelepçe Ödülleri’nde jüri üyesiyim. İki yıl önce roman dalında gelen kitapların ciddi bir bölümü çocukken istismara uğrayan kişilerin büyüdüklerinde seri katil olmalarını tema ediniyordu. Ülkemizde seri katil sayısı o kadar yokken, elimizde ciddi anlamda seri katil kitapları birikti yani.

Fakat bunlar yapılırken, işin toplumsal adalet veya sosyolojik, kültürel bağlamda boyutları ele alınmıyordu. “Kısmen” ifademin nedeni budur.

  1. Yerli polisiye diziler hakkındaki düşünceleriniz neler?

“Ben hep belgesel izliyorum” noktasında değilim ama doğrusu çok fazla dizi izleyemiyorum. Dijital platformlar için hazırlanan son dönem dizilerinin bazılarına göz attığımda oldukça yapay durduklarını fark ettim. Dolayısıyla bu sularda yüzmemeyi tercih ediyorum.

  1. Bize tavsiye edeceğiniz üç temel polisiye romanı nedenleriyle birlikte anlatır mısınız?

Küçük Yazı Satıcısı – Daniel Pennac:

Postmodern polisiyenin, polisiye türünün dinamiklerini eğip bükmeden de yapılabileceğini gösteren nitelikli bir anlatı olduğu için

Roger Ackroyd Cinayeti – Agatha Christie:

Sadece “şaşırtıcı son” takıntılı polisiye okuyucuları için değil, bu alanda üretim yapan veya yapmayı düşünenler için de beyin jimnastiği olanağı sunduğu için

Merkez Komitesinde Cinayet – Manuel Vazquez Montalban:

“Aman ağzımızın tadı kaçmasın” demeden, kapalı oda polisiyesinin en politik örneklerinden birinin nasıl ortaya konulabileceğini görmek için

  1. Son zamanlarda neler yapıyorsunuz? Masanızda bizim için neler var?

Yakın zamanda ortaya ilginç bir çalışma çıkarmayı düşünüyorum. Türkiye’de, alanında tek olan bir isimle kolektif bir çalışma hazırlıyoruz.

Sanatkritik – Okan Çil | 22 Mayıs 2023