Kural 1
Asla Arkana Bakma!
Günün son metrosu kalkmak üzereyken, elinde Bond tipi çantasıyla koşan tıknaz bir adam koridorda göründü. İlk bakışta metroya yetişmeye çalışan bir yolcu sanılabilirdi, ancak beş adımda bir arkasına bakıyor, sıklıkla tökezliyordu. Düşmekten hep son anda kurtulduysa da, metroya inen basamaklara yönelirken, geldiği tarafta simsiyah giyinmiş bir adama gözü çarpınca fena tökezledi.
İnce uzun boylu, siyah gömlek, siyah pardösü ve siyah pantolonlu adam koşmuyordu ama uzun adımlar atarak tıknaz adama koşar adım yaklaşıyordu. Sucuk gibi terlemiş olan şişman adam, çantasına daha sıkı sarılarak metroya koştu. Peronda hiçbir yolcunun beklemediği metro, kalkış sinyali çalıyordu ki, kapanmaya başlayan kapının arasından sıkışma pahasına geçti. Şişman adam geçer geçmez de kapı kapanıverdi.
Camdan, tam karşısında dikilen siyahlı adama bakarken artık korku duymuyordu. Bond tipi çantasını yanına
bırakıp camdaki aksine ve siyahlı adama bakarak kravatını gevşetti. Pis bir gülüş oturdu yüzüne. Azraile nanik yapar gibi gömleğinin ilk düğmesini açtı; derin bir nefes almıştı ki, metro kalktı. Hafifçe sarsılan adam, düşmemek için bir yere tutundu. Geride bıraktığı siyahlı adamın yüzüneyse bilgiç bir gülümseme oturmuştu; iki elini beline dayayıp yavaş adımlarla yürüyerek çıkışa yöneldi.
Şişman adam, kesik soluklarla gülmeye başladı. Kafasındaki birkaç tutam saç da bu koşturmada alnına perçem gibi yayılmıştı. Tombul parmaklarıyla saçlarını geriye doğru itti. Bir sonraki durağı anons edecek metalik sesi beklemeye koyuldu.
Vagonda kendisinden başka tek bir yolcu vardı. Daha da güvende hissetti. Yolcu, kafasını okuduğu gazeteden hiç kaldırmamıştı. Bir koltuğa ilişip çantasını bacaklarının arasına yerleştirdi. Cebinden telefonunu çıkardı, hattın çekmediğini ekrana bakınca fark etti. İçinden küfretti, sonra telefonun ekranındaki çocuğunun fotoğrafını parmağıyla okşadı. Velayeti boşandığı karısına kaptırmıştı ama yakında geri alacaktı.
Tabii, çocuğunun velayetini alınca boşandığı karısı da yeni kurduğu hayatı bırakıp tıpış tıpış kendisine gelecekti. Bu düşüncelerle birlikte karısının yeni sevgilisi, yeni sevgilisinin eski evliliğinden olan ve şu an kendi çocuğuyla aynı çatı altında yaşayan çocuğu da aklına geldi. Öfkeyle ekranın kilidini kapattı. Şu velayet işini halledince, o adama da sıra gelecekti illa ki. Neydi firmasının adı? Peryar Gıda mıydı? Neyse… Çok önemli değildi.
Hele polisler şirketi basıp da deposunda yasaklanmış ilaçları bulduklarında bunların hiçbir önemi kalmayacaktı.
Sırıtarak, metrodan iner inmez bineceği taksiyle eve değil de, sevgilisinin yanına gitmeyi düşündü. Birkaç dakika önce ölümden kurtulan o değilmiş gibi neşelendi.
Peşindeki adamı da bir yerden gözü ısırıyordu ama nereden?
Bu düşüncelere kapıldığı sırada, metronun metalik sesi bir sonraki durağı anons etti. İneceği durağa daha beş durak vardı. Bir an kendisini takip eden adamın, ineceği durakta bekleyebileceği korkusu sardı şişman adamı. Sonra rahat bir nefes aldı. İneceği durağı bilemezdi. Kimsenin bilmediği bir garsoniyeri vardı.
Metrodaki diğer yolcu gazetesini sakince katlamış, ayağa kalkmıştı. Üzerindeki gri eşofman üstünü düzeltip beline kadar indirdi. Gazetesini koltuk altına alıp şişman adamın oturduğu koltuğun yanındaki kapıya doğru yürüdü. Dinç görünümlü, sakallı ve şapkalı bir adamdı. Genç görünmesine rağmen gözlerinin yanındaki çizgiler yaşını ele veriyordu. En az kırk yaşında olmalıydı.
Şişman adam bunları düşünürken, göz göze geldiği yolcuya gülümseyerek başını hafifçe eğdi. Başka birini izlerken yakalanmak ne utanç vericiydi! Ya onu gay sandıysa? Elleriyle, saçını tekrar düzeltti.
Metro durağa gelmiş, durmak üzere yavaşlamaya başlamıştı. Peronlar bomboştu. Metronun camından, durağa asılmış bir yazı gördü; bakım çalışması nedeniyle o gece son metronun bir önceki sefer olacağı belirtiliyordu. Peronlar bu yüzden boş olmalıydı…
Kendi kendine gülümsedi; salak millet, her şeye nasıl da inanırdı. Oysa kendisi…
O an, metroya girerken de hiç güvenlik görevlisi görmediğini düşündü. Bunu koşturmadan dolayı sorgulamamıştı ama şimdi beynini habis bir ur gibi kemirmeye başladı. Başını kaldırdığında, eşofmanlı adamı gördü. Sırıtarak elini beline götürmüştü. Belinden çıkardığı susturuculu silahı, şişman adam daha kendisine, “Ne istersen veririm; para, şan, şöhret…” diye sayıklayamadan adamın alnına dayayıp tetiğe bastı.
(…)