- Kitabında polisiye tarihi ve farklı ülkelerin polisiye edebiyatları hakkında bilgiler sunuyorsun. Bu konulara olan ilgin nasıl başladı ve bu kitabı yazmaya nasıl karar verdin?
İşin doğrusu, ilkokuldayken Enid Blyton gibi çocuk polisiyeleri alanında ciddi işler ortaya koymuş bir yazarı keşfetmek benim için bu konuda önemli bir dönüm noktasıydı. Ardından ortaokuldayken Cingöz Recai ile ‘bu toprakların’ polisiyeleri olduğunun da farkına varmak ikinci dönüm noktası olmuştur muhtemelen.
Aradan geçen yıllar boyunca polisiyeye sadece bir okur değil, yazar olarak da katkı sunmaya başlayınca iş bir noktadan sonra literatür bağlamında araştırmacılığa kaydı. Çünkü sizden önce kimlerin ne yazdığını veya sizinle aynı dönemdeki yazarların ne ürettiğini takip etmiyorsanız; üretimleriniz tesadüfi demektir. Ben de bu konuda araştırmalar yapmaya başladım. Ülkemizde, polisiyeyi konu edinen yüksek lisans ve doktora tezlerini okudukça; bu alanda güzel üretimlerin yapıldığını fark ettim ve ben de literatür açısından polisiyeye bir katkı sunmak istedim.
- 50 Maddede Polisiye Edebiyat kitabında polisiye edebiyatın evrimini ele alıyorsun. Bu evrim sürecinde en dikkat çekici değişimlerden biri sence hangisi oldu? Nedenleriyle açıklar mısın?
Değişim olarak değil ama, 1965’te ilk örneğinin görüldüğü Nordic Noir’in günümüzde dünya polisiyesinde, sinemadan televizyona kadar bu denli hâkim olmasını kendi polisiyelerimiz açısından üzücü buldum. Onlardan çok daha eskiye dayanan bir polisiye kültürümüz olmasına rağmen biz, bazı hatalardan dolayı global alanda söz sahibi olamamışız. Bu beni üzdü.
- Türk polisiye edebiyatının gelişimi hakkında neler söyleyebilirsin? Son yıllarda bu türde neler değişti ve nasıl bir potansiyel görüyorsun?
Türkiye’de polisiye edebiyatta benim gözlemlerime göre üretilen eserlerin sayısı açısından nicelik bağlamında son yıllarda zirveyi görsek de cesaret ve özgünlük açısından Cumhuriyet’in ilk dönemlerini yakaladığımız pek söylenemez. Sosyal ve toplumsal konulara sırtını çevirmiş bir çoğunluk görüyorum. Dünyanın artık alay konusu yapmaya başladığı katil kim polisiyelerine sıkı sıkı sarılmaya devam etmek bizi pek de ileriye taşıyacak gibi görünmüyor.
- Örnek vermek gerekirse; ilk polisiye roman, 6-7 Eylül olayları gibi tarihsel olaylar hakkında araştırmak sana ne gibi ilhamlar verdi? Bu olayların polisiye edebiyattaki rolü hakkında ne düşünüyorsun?
Polisiye, suç ile eştir. Yani suç polisiyeyi beslemelidir. Üretildiği dönemin suç akımlarından, suçlu profillerinden, toplumsal açıdan suça bakış ve yaklaşımından etkilenmelidir polisiye. Çünkü bir açıdan, tarihsel bir ayna misyonu da üstlenmelidir. Eski polisiyelerde bunu sıkça görebiliyoruz. Suçlu profillerinden, eserlerdeki insanların yaşam şartlarına ve hayata bakışlarına, suç işleme güdülerinin altında yatan sosyokültürel nedenlere kadar pek çok şey analiz ediliyor. Globalde de istisnai durumlar haricinde, bunun rolü var. Biz de toplumsal analizlerle suçu yansıtmalıyız diye düşünüyorum.
- Polisiye edebiyatın popülerliği günümüzde hâlâ devam ediyor. Sence bu türün sürekli ilgi çekmesinin sebepleri nelerdir?
İnsanlar, suç işleme veya suça karşı duydukları merak güdülerini bu şekilde tatmin ediyor olabilir. Ya da tamamen, çoğu polisiye kitabın “oku ve unut” düsturuyla, plajda okumalık tatta yazılıp pazarlanmasının da payı olabilir…
- Kitapta ele aldığın sosyal ve politik temalar hakkında ne düşünüyorsun? Polisiye hikâyelerin, toplumsal meselelere dikkat çekmede veya okuyucuları düşündürmede nasıl bir rolü olduğunu düşünüyorsun?
Tam olarak bunu kast ediyorum aslında. İdeal bir polisiye eser, yazıldığı dönemin suçlarına ayna tutmalı. Bir nevi dokümanter niteliği taşımalı hatta. İnsanların polisiyeyi bir kaçış edebiyatı olarak görmesinin nedeni, altın çağ polisiyecilerinin dönemin sorunlarına sırtlarını dönüp; her şeyi bambaşka tablolarla yansıttığı ‘müthiş’ polisiyeleri oldu. Kaçış değil, aksine bir yüzleşmeye ve hatta silkinip kendimize gelmeye ihtiyacımız var. Hem yerelde, hem globalde.
- Senin için en unutulmaz polisiye roman veya hikâyelerden birkaçını paylaşabilir misin? Bu eserler seni nasıl etkilemişti?
Daniel Pennac’ın “Küçük Yazı Satıcısı”, postmodern polisiyeyi keşfetmemde ve polisiye ilkelerinden sapmadan postmodern bir şeyler yazılabileceğini öğrenmemde pay sahibi olmuştur.
Manuel Vazquez Montalban’ın “Merkez Komitesinde Cinayet” kitabı, kapalı oda polisiyelerinin modasının aslında hiç geçmeyeceğini ama güne ve güncele uyarlanmaları gerektiğini öğretmiştir.
Yerli de bir örnek verelim; Perihan Mağden’in ilk kitabı olan “Haberci Çocuk Cinayetleri”, yazarın sonraki gidişatı düşünüldüğünde sanırım polisiye üzerine oldukça yetenekli bir kalemin kendisine nasıl ihanet edebileceğinin kanıtı olmuştur.
- Gelecekteki projelerin hakkında biraz bilgi verebilir misin? Okurları ve takipçilerini neler bekliyor?
Türkiye’de alanında tek olan bir isimle, ortak bir proje hazırlığımız var. Güzel bir kitap olacak. Şimdilik bu kadar detay yeterli sanırım…
Melih Günaydın – Oggito | 6 Haziran 2023