“Günaydın!” diye bağırıyordu radyodaki ses, sondaki “n” harfini alabildiğince uzatarak.. Uzun bir süre, klasik radyo programı başlangıç cümlelerini sıraladıktan ve ilk şarkılarını çaldıktan sonra beni hayli düşündüren bir cümle dikkatimi çekti: ” Toplum olarak mutsuzluk denizindeyiz sevgili dinleyenler.. En basitinden, şu anda Boğaz trafiğindeki dinleyicilerimiz çevrelerine bir baksınlar. Yüzü asık olmayan bir tek sürücü var mı?”
Önce durdum, sonra sıkışık sabah trafiğindeki çevreme bir baktım ve spikerin bir hayli haklı olduğunu fark ettim. Dikiz aynasından kendime baktığımda ise beni dehşete düşüren gerçeği anladım. YÜZÜM ASIKTI!
O anda işim, sorumluluklarım bir anda önemini yitirdi. Düşündüğüm tek şey şu oldu; bu kadar insan ve ben nasıl mutsuz oluvermiştik? Sonra birden güneş ışığının denizdeki ışıltısını ve bir yalının balkonunda bebeğini doyuran anneyi fark ettim. Hafif bir gülümsemenin dudak kenarlarımda yayıldığını hissettim. Tekrar çevreme bakındım. Yanımdaki arabanın asık yüzlü, yaşlı sürücüsüyle göz göze gelince gülümsedim. Önce soğuk bir karşılık geldi, sonra o da tebessüm etti. Ardından her iki araba da hareket etti. Bakırköy’e daha çok vardı.
“NAİM AMCA”
Yaşlı adam, emekliliğine bir yıl kalmış banka memuruydu ve tekdüze yaşamında iş dışında iletişime açık biri değildi. Güne her zamanki gibi başlamıştı: Klasik Boğaz Trafiği.
Sıkışık trafikte ilerlemeye çalışırken O’nu fark etti. Orta yaşlı bir adamın tebessümünü. Önce uzaklarda kalmış bir duyguyu hatırlar gibi oldu, sonra dudak kenarlarının kıvrıldığını fark etti. Düşünmeye başladı; ne zaman unutmuştu tebessüm etmeyi, nerede bırakmıştı gülümsemelerini? Ne zaman, nerede?
Bankada terfi fırsatını teptiği gün mü, annesinin vefat haberini aldığı gün mü, oğlunun sınıfta kaldığı gün mü… Hayatında onu sarsan bir çok gün geldi aklına ama hayır hiçbiri değildi. Bunları düşüne düşüne bankaya vardı. Her zamanki yerine park edip içeri girdi. Güvenlikçi Sefa’yı gördü, her zamanki gibisomurtuyordu.
“Günaydın Sefa!” diye seslenip gülümsedi yaşlı bankacı.
“SEFA”
Sefa bankaya geldiğinde, her zamanki gibi gece nöbetçisi Önder’den başka kimseyi bulamadı. Görev değişimi yaparken fazla konuşmadılar, ikisinin de türlü türlü dertleri vardı. Bu sabah ta ilk gelen Naim Amca olmuştu. Emekliliği gelen yaşlı bankacı O’na tebessüm ettiğinde Sefa önce şaşırdı, peşinden bir de “Günaydın Sefa!”yı duyunca daha da arttı şaşkınlığı..
Yaşlı bankacıya selam verip gülümseyen Sefa, aylardan sonra ilk kez güne iyi başladığını hissetti. Enerji dolmuştu sanki, bankanın önüne çıkarak güneşin ne denli parlak ve sıcak olduğunu duyumsadı. İnsanlara baktı; herkes hızlı hızlı yürüyor, kimse çevresine bakmıyordu. Hele ki gülümseyen kimse yoktu! Bir çocukla göz göze geldi, gülümsedi. Okuluna yetişmeye çalışan liseli çocuk bir an duraksadı, sonra O da gülümsedi.
“ALİ”
Ali gene geç kalmıştı, gene koşturuyordu sabah sabah… Önce beklemeyen servise okkalı bir küfür savurdu. “Kaçıncı ya hu bu?” diye mırıldandı. “İki dakika be, iki dakika bekleyiver, çok mu?”. Sonra kimya hocası aklına geldi. “Taktı ya kadın bana. Allah onu kahretsin. Ne var sanki 5 puan fazla verip geçirsen? İlla düşüreceksin notumu!”. Sonra babasıyla tartışması düşüverdi aklına: “Babam da çok uyuzlaştı bu sıralar, on lira vermedi, verse ne olurdu sanki!”
Genç yaşında dünyayı sırtlamışçasına omzu çökük, evren yanmışçasına bedbaht, caddeden yukarı adımlarını sıklaştırmıştı ki; bankanın önündeki güvenlikçinin ona gülümsediğini gördü… Bir an duraksadı, sonra yüzüne kendiliğinden yayılan gülümsemeye engel olamadı. Yürümeye devam ederken yanından hızla geçen şık giyimli bir adam, Bond tipi çantasını Ali’nin koluna çarpıverdi. Adamın attığı ‘Özür dilerim’ bakışına tebessümle karşılık verdi Ali, “Önemli değil!” dedi neşeli bir sesle.
“ADAM”
Adam saatine baktı, işe patronundan önce varabilmesi için 25 dakikada Taksim’den Bakırköy’e gitmesi lazımdı, feci halde acele ediyordu. Elindeki çantayı hızlı sallamış olacak ki, birinin koluna çarptı. Tebessüm bile etmeden başını çevirdi, göz göze geldiği gencin gülümsemesine karşılık verdi istemsizce. İşi, ilişkileri yüzünden hiç gülmez olmuştu ki, gülümsediği zaman içine doğan huzur duygusunu unutmuştu.
Metroya bindi, sonra metrobüse ve işine vardı. Ama aklında hep o çocuk vardı. Tam masasına oturmuştu ki patronu geldi. Derin bir “ohh” çekti adam; patronu gene Boğaz trafiğine yakalanmış ve olması gerekenden geç bir saatte gelmişti iş yerine…
Şaşırdı, ilk defa ofise girerken gülümsüyordu patronu. Bu da adamın yüzünü daha çok güldürdü. Her sabah isteksizce başladığı işine bu sabah daha bir şevkle sarıldı.
“Çapraz Mutluluk Teorisi”, ilk gülen adamın baktığı kişiden reaksiyon almasıyla başlar. Sonra zincirleme bir gülümseme dalgası olur, kat kat artar. Bu yüzden “ÇAPRAZ” yani çarpma işlemine uğramış bir teoriyi doğuruyor.
En son ne zaman “Günaydın” dediniz tanımadığınız birine? Ne zaman tebessüm ettiniz en son, yoldaki herhangi bir kişiye?
Belki bir zincirleme dalga da siz yaratırsınız, ne dersiniz?
Bakırköy Life | Şubat 2009